Murder on The Orient Express [1974]

Agatha Christie'nin Murder on the Orient Express romanını bilmeyen yoktur. Hani benim gibi okumamış olsanız bile en azından ismini bir şekilde duymuşsunuzdur. Böyle güzel bir romanı okumamış olmak gerçekten üzücü olsa da bu uyarlama filmi izleyerekden bir nebze açığı kapatmış bulunmaktayım. Genel olarak kitaptan uyarlama filmler aynı tad vermezler ama film, kitabı bilmeyenler için bile gerçekten çok iyi. - Agatha Cristie'nin bu romanı İstanbul'da Pera Palas'da yazdığını da not düşelim- Ayrıca benim gibi çocukluk, gençlik yıllarını- bu da toplam 25 yıla tekabül geliyor- Üsküdar'da geçiren birisi için Salacak İskelesi'ni görmek ayrı bir zevk ve nostaljik bir yolculuk. Üsküdar demişken çocukluk yıllarım gözümün önünden zınk diye geçti. - orta yaş veya üstünde olanlar bilirler- Zamanında Üsküdar kumsaldı, insanlar yüzmek için bu güzelim kumsalı kullanılardı. Daha sonra ki yıllarda bu güzelim yerler betonlaştırılarak ırzına geçildi, güzelliği yerle bir edildi. Hayal meyal ailemin elimden tutup kumsala götürdüğünü hatırlıyorum. Ufak ufak gelen dalgalardan nasıl pıtı pıtı kaçıyordum bir bilseniz. Yine dağıldım, filmi anlatacaktım değil mi?

Üsküdar dedik Salacak dedik e filmden bir görüntüyü de eklemeyi unutmayalım.
deepnote: Bu görüntü için bir saat uğraş verdim, kıymetinizi bilin.



Filmin dolayısıyla romanın konusu İstanbul'dan Londra'ya doğru hareket eden Orient Express'in - kitabın Türkçe adı " Doğu Ekspresinde cinayet" - keşke bende orada olsaydım dedirtecek türden vagonunda yaşanan cinayetin Hercule Poirot isimli dünyaca ünlü, egosu tavan yapmış, paraya para dememiş bir dedektif tarafından çözüme ulaştırılması şeklinde işleniyor. Filmde ki en ilginç karakter Albert Finney tarafından canlandırılan dedektif Poriot. Burmalı bıyıkları, artık jölemedir yoksa limon suyumu sıkılmış parlak saçları ve birde yatmadan önce bunları çeşitli maskeler kullanarakdan korumaya alması ne kadar kıl bir tip olduğunun göstergesi olsa da gayet zeki, işini bilen, ününe layık olan bir şahıs. Filmin diğer karakterleri için ise pek birşey yazılmasına gerek duymuyorum, gerek duyulacak da birşey yok zaten. Dedektifimizin cinayeti çözüme ulaştırması safhasında ki çalışması, ip uçlarını değerlendiriş şekli, yaptığı sorgulamalarda ki psikolojiyi kullanması vs. benim gibi bu tür filmleri sevenler için olmazsa olmazlardan. Bu tür polisiye, dedektif tarzı filmlerden hoşlananlar için gerçekten çok iyi bir seçenek olduğunu söylemeliyim.

deepnotee: Oyuncu kadrosu gayet kaliteli.
Deeepnotee: Sean Connery'in bıyıkları bence komik.
endipnote: Kitap, film ününe yakışan cinsten.
iskeledennot: Üsküdar var, Salacak var...


Yönetmen
Sidney Lumet

Oyuncular
Albert Finney ... Hercule Poirot
Lauren Bacall ... Mrs. Hubbard
Martin Balsam ... Bianchi
Ingrid Bergman ... Greta
Jacqueline Bisset ... Countess Andrenyi
Jean-Pierre Cassel ... Pierre (as Jean Pierre Cassel)
Sean Connery ... Colonel Arbuthnot
John Gielgud ... Beddoes
Wendy Hiller ... Princess Dragomiroff
Anthony Perkins ... McQueen
Vanessa Redgrave ... Mary Debenham
Rachel Roberts ... Hildegarde
Richard Widmark ... Ratchett
Michael York ... Count Andrenyi
Colin Blakely ... Hardman

Çernobil ve Hes Kadıköy mitingi

Çernobil faciasını unutmayan onlarca kişi hem bu vesileyle hemde son yıllarda hükümetin planız programsız doğayı katleden HES projelerini protesto etmek için Kadıköy meydanında bir araya geldi. Kimler yoktu ki? Artvin Bursa ve Ankara dernekleri, Halk evleri, Anarşistler, Sinop yardımlaşma dernekleri ve ismini sayamadığım bir çok dernek, platform. Bu gruplar içerisinde Halkın Takımı'nı unutmamak gerek. Sayıları çok fazla olmasa da her zaman ki gibi yine oradaydılar. Böyle bir konuya duyarsız kalmayıp orada olan insanların yüreklerine sağlık demek lazım. Ama asıl önemli olan 15 Milyon nüfusa sahip İstanbul gibi bir şehirde böyle önemli olan bir konuya bu kadar az sayıda insanın iştirak etmesi gerçekten ayıp, duyarsızlık, cahillik. Sanki bu ülke sadece o 300-500 kişinin.
Çernobil demişken dönemin sanayi ve ticaret bakanı Cahit Aral'ın kulaklarını çınlatmasak olmaz. Yazıya dökemedim ama aklımdan geçenleri elbet tahmin etmişsinizdir bu zat için. İlerki yıllarda bu çay içme rezilliğinden sonra öğrencilere dağıtılan fındıkları vs. unutmamak gerek. Ha o gün bunları yapan siyasetçiler, bürokratlar sonraki yıllarda bir ceza aldı mı? Kesinlikle hayır. Olan o yörede ki insanlara oldu. İlerki yıllarda bu facianın etkilerinin ortaya çıkmasıyla birçok insan kanserden hayatını kaybetti, kaybetmeye de devam ediyor. Peki o günden bugüne kadar herhangi bir çalışma, araştırma yapıldı mı? Ben hatırlamıyorum, hatırlarsanız eğer neler yapıldığını öğrenmek isterim.

Bu mitingin başka bir önemli noktası ise plansız programsız yapılan HES projeleri ki bunun sonucunda ortaya çıkacak olan büyük bir doğa katliamı. Hükümetin doğaymış, hayvanmış, insanmış gibi bir derdi zaten yok. Amaç; bir ilin bile ihtiyacını karşılamamasına rağmen kodamanlara, yandaşlarına rant sağlamak. Artık arkasında daha başka neler vardır Allah bilir? Hükümete de kabahat bulmak biraz abartılı olur. Kendi toprağına, doğasına, suyuna sahip çıkmayan bir topluma bunlar mübahtır.
Vatan, namus dışında hiçbir şeye kılını kıpırdatmayan, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetinde olan duyarsız bir topluluk olmak sizlere hiç rahatsızlık vermiyor mu?

Tam 24 yıl(!) Kanser ettiniz. 26.04.1986

Aşka Şeytan Karışır - Hande Altaylı

Pek aşk meşk kitapları okuyan birisi olmama rağmen o esnada nasıl bir psikolojideysem artık kitabı alıvermişim. Bu kitap için o günlerde pişman olur muyum, vakit harcamaya değer mi gibi düşünceler içindeyken bugün ise iyi ki okumuşum diyorum. Konuyu genel olarak ele aldığımda ilginç veya sizi heyecanladıracak bir kitap olduğunu söyleyemem ama yazarın anlatımı o kadar hoş ki böyle basit bir konuda bile sizi alıp kitabın esiri yapabiliyor. Hoş anlatımın yanında günümüzün aşklarından bir örnek olması, anlatım açısından sade, basit olması ve konunun dallandırılıp budaklandırılmayarak 188 sayfadan oluşması okuyucu için başka artılar. Yazarı tebrik etmek gerekir ki kıvamı güzel tutturmuş, biraz uzatsa sanırım sıkılabilirdim.
Kitabımızın ana karakteri Aslı. Ailesinin küçük yaşta ölümünden sonra rahatlığı nedeniyle sülalesi tarafından dışlanmış bir kadın olan teyzesi -Jülide- sahip çıkmış, onun yanında büyümüş hoş, taş gibi bir hatun. Nedense bu kelimeleri yazarken, kitabın bazı okuduğum bölümlerinde de blog yazarlarından biri olan voodoo girl aklıma gelip durdu. Kadın bende nasıl bir iz bıraktıysa artık.
Ömer ise Aslı tarafından teyzesinin sevgilisi olduğunu sandığı şeytan tüyüne sahip olan karaktersizin teki. Aslı da Ömer'den farksız ya neyse. - İkisine de içten içe uyuz oluyorum. Bu uyuz olma durumunu Uçurtma Avcısı'nda ki emir can'a karşı da hissetmiştim- Bir gün Aslı'nın teyzesi ölür. Üniversite de okumakta olan Aslı teyzesinden kalan paranında yavaş yavaş suyunu çekmesinden dolayı zor durumdadır. Yapacak tek şey ise uzun zamandır yanında yaşamasını isteyen kirpi diye nitelendirdiği sevgilisinin yanına taşınmaktır. Bu süreç yaşanırken bir gece alkollü olarak Ömer çıkagelir. Ve bir anda Aslı ile Ömer arasında bir trafik kazası yaşanır. -ah alkol ah- Sabah kalktıklarında ikisi aynı yatakta sarmaş dolaş olmuşlardır. Artık bu iki insan isteksizde olsa birbirine bağlanmış, bir şekilde aşık olmuşlardır. Arada bir Ömer Aslı'nın evine gelmekte -bu sefer alkolsüz olmasına rağmen- kaldıkları yerden devam etmektedirler. Tabi ki bu esnada Aslı'nın kirpi ile ilişkisi de devam etmektedir. Bir gün Aslı'nın kapısı çalınır. Aslı kapıyı açar açmaz burnun ortasına şöyle güzelinden okkalı bir yumruğu yiyip yere serilir. Bazısı vardır tek söz söylemeden çeker gider, bazı vardır yumruğu koyar öyle gider. Kirpi ikinci seçeneği seçip çekip gidiyor. “Hak etmiş” de diyebilirsiniz, “vay ayı var kadına el kalkar mı” da diyebilirsiniz. Daha ilerki günlerde Aslı Ömer'in teyzesinin sevgilisi olmadığını, iyi bir dostu olmasıyla birlikte evli olduğunu öğrenir. Buna rağmen ilişkilerinde bir değişiklik olmaz.

Sonnot: İşte kitabın konusu böyle başlıyor ve gelişiyor. Ben size ilk giriş kısımlarından biraz özet geçmeye çalıştım. Gerisi size kalmış. Şuna emin olun kitabı elinize aldığınızda bitirmeden bırakmayacaksınız.

Kitaplı günler...

Kazma kürek

* Bir müsabakada kazanmak kadar kaybetmeninde olduğunu bilmek gerekir. Bu bizim Fenerbahçe'ye ne ilk kaybedişimiz ne de son olacak, keza Fenerbahçe içinde geçerli.

* Erman Toroğlu demiş ki:"Türkiye'de hakemler namusludur ama korkaktır." İyi günde herkes namusludur, dosttur, mükemmeldir, bulunmaz hint kumaşıdır. Mesele kötü günde, zora gelindiğinde insanın karakterinin ne olduğudur. Zaten o günlerde ortaya çıkmaz mı insanın ne mal olduğu? Hakemin görevi nedir? Elin geldiğince hak dağıtmak değil midir? Böyle hak mı dağıtılır? Birbirinin benzeri pozisyolarda yapılan muammeleye bakarmısınız?
Alın size örnekler;
Sivok'un yaptığı arkadan çekme sarı karttır, doğrudur. Ya Guiza'nın yaptığı nedir?
Bobo'nun Emre'yi arkadan çekmesi sarı kart, tamam o da doğrudur. Emre'nin Toraman'a attığı tekme nedir?
Ernst'in dirseği kırmızı kart, hadi doğrudur. Bilica'nın Toraman'ı saçından çekmesi nedir?
Mehmet Topuz'un Bobo'nun ayağına taban girmesi nedir?
Lugano'nun eliyle oynaması nedir?

Bunlar mıdır hak dağıtmak, namuslu, şerefli, dürüst olmak? Sizin bu kavramlardan zerre haberiniz yok anladığım kadarıyla.

* Balon yapmışlar büyük düşünürler, zeka küpleri. Üzerine dalmaçyalı resmi koymuşlar. Öyle beyinlerden böyle şeyler beklemek normal olsa gerek.

* Böyük başkan aziz efendi penaltı diye ayağa kalkan E.Soğancıoğlu'nun azarlamış. Yakışmış karakterine, kendine benzettiği camiasına.

* Bilica bilica bilica... Memleketini mi özledi de toprağı kazmaya çalıştı yoksa bizim camiamızın karakteri yerin dibinde midir demek istedi anlayamadım. Bu senenin fairplay ödülünü Uefa Bilica'ya versin, Fenerbahçe camiası da büstünü diksin.

* Bir zamanlar Galatasaray vardı yöneticisinden oyuncusuna kadar çirkef, rezil. Artık onları da aştılar şu sarışın tek yumurta ikizleri.

* 80-90'lar da genç olan, kendini Fenerbahçe'ye adayanlar ve onları yetiştirdikleri bu yaşananlardan muhakkak ki utanç duyuyordur. Zaten kaç kişi kaldılar? Geriye kalanlar ise aziz'in kopyası. Al birini vur ötekine.

* Bizim tribünlerden bir delikanlının erkekliği tutmuş olacak ki çıkarmış malı salmış ortalığa. Aferin oğlum ne güzel gösterdin. Tatmin oldun mu hayvan, it, şerefsiz. Karaktersiz herif.
Ulan o namussuzlar ormanları yaktı sizin gibi hayvanlar da şehre indi be!

* Üründül Bilica'nın pozisyonuna kılıf bulmak için bir taraflarını yırtıyor, yırt üründül yırt belki bulursun. Şu bloglarda sizi donunda sallayacak onlarca insan var ya offfff offff...

* MD'nin bu maçta olduğu gibi CSKA maçında da sahaya çıktığı aynı düşünceyi eleştirmiş, adam adama oynama mantığının 90'larda kaldığını söylemiştim. Benim bu fikrime karşı "efendim Fenerbahçe'yi böyle yendik" savları atan arkadaşlar bozuk saatin günde iki defa doğruyu gösterir mantığıyla savunup durmuşlardı. Buyurun buradan yakın.

Hes ve doğa



Hes hakkında bilgi edinmek için birçok kaynak bulabilirsiniz, ben size aşağıdaki yazıyı da okumanızı tavsiye ederim. Herşey para değildir. Okuyun, bilgisiz kalmayın...

http://blog.milliyet.com.tr/HES_ler_kimleri_besler-1/Blog/?BlogNo=224571

Enter Sandman - Metallica



Yazarçizerdinleradminnot: Ah ki ah... İnsanı yerinde durdurmayan, kanını kaynatan bir şarkı. Eşlik etmek ise ayrı bir zevk...

Say your prayers little one
Don`t forget my son
To include everyone
I tuck you in
walk within
Keep you free from sin
'til the sandman he comes


Sleep with one eye open
Gripping your pillow tight

Exit light
Enter night
Take my hand
We're off to never never-land

Something's wrong, shut the light
Heavy thoughts tonight
And they aren't of Snow White
Dreams of war
Dreams of liars
Dreams of dragons fire
And of things that will bite, yeah

Sleep with one eye open
Gripping your pillow tight

Exit light
Enter night
take my hand
We're off to never never-land

(whisper)
Now I lay me down to sleep (x2)
Pray the lord my soul to keep (x2)
If I die before I wake (x2)
Pray the lord my soul to take (x2)

Hush little baby don't say a word
And never mind that noise you heard
It's just the beasts under your bed
In your closet and in your head

Exit light
Enter night
Grain of sand

Exit light
Enter Night
Take my hand!
We're off to never never-land

Yeah, ha ha ha

Boom

Yeah, yeah
oh, whoa

We're off to never never-land

Take my hand
We're off to never never-land
Take my hand
We're off to never never-land

We're off to never never-land

Deli Deli Olma [2009]

Son zamanlarda izlediğim Türk filmlerinden gayet memnun olduğumu söylemek isterim. Bu kadar memnuniyetin olduğu bir ortamda "efendim sen şanslıymışsın ondan iyi filmlere denk gelmişsin" gibi bir yorum yapılması mümkün olmasa gerek. Türk sinema sektöründe çekilen film sayısını artması ve kalite olarak çıtanın gittikçe yükseğe çekilmesi biz izleyiciler için gayet memnun edici bir durum. Özellikle benim gibi önceliği yerli yapımlar olan insanlar için ise ayrı bir haz. Her seferinde dile getiriyorum; eğer sinemaya gideceksem önceliğim kesinlikle bir Türk filmidir. -Bu filme gitmedim, yazık ettim.-

Hazel Sevim Ünsal'ın kaleme aldığı, Murat Saraçoğlu'nun yönetmenliğini yaptığı filmin başrollerinde Mişka karakteriyle Tarık Akan, Pobuç nine karakteriyle ise Şeref Sezer oynuyor. Filmin yan karakterleri ise ana karakterleri kadar başarılı, hatta daha iyi bile diyebilirim. Kars'ın bir köyünde kameraya alınan film, konusu bakımından espiri yüklü olması yanında, hem dram tarafı olan, hemde aşkı barındıran, naif, içten çok hoş bir yapım. Filmin tek eksiği şiveleri kullanırken bazen raydan çıkıp İstanbul taraflarına uğramaları, o kadar kusur kadı kızında olur da bizim gibi o bölgelere yakın olan insanlar bu tür şeylere dikkat ediyor. Filmin bence en güzel taraflarından biride Tarık Akan'ın aşağıda da bulabileceğiniz piyona eşliğinde söylediği eser, ben çok beğendim.

Böyle harika bir filmi uzun uzun yazmanın bir anlamı olmadığını düşünüyorum, izleyin efendim...

Yazarnot: İzleyin, güzel dedik ya biri çıkar; "bu nasıl film arkadaş" der. Hiç niyetlenmeyin çizerim!

Yönetmen : Murat Saraçoğlu
Senaryo : Hazel Sevim Unsal
Görüntü Yönetmeni : Mustafa Kuscu
Oyuncular:
Tarık Akan (Mişka)
Şerif Sezer (Popuç)
Levent Tülek (Şemistan)
Cemile Nihan (Alma)
Zuhal Topal (Figan)
Muhammed Cangören (Allahyar)
Ozan Erdoğan (Tavşan)

Demirciler Çarşısı Cinayeti - Yaşar Kemal

Kitap okumama rağmen uzun zamandır kitap tanıtımı yapmıyordum. Eh işte sonunda fırsat bulduk, bulduğumuz bu fırsatı da iyi eğerlendirelim. Tanıtmak istediğim kitap Türk edebiyatının büyük ustalarından biri olan Yaşar Kemal'in Demirciler çarşısı cinayeti” isimli yapıtı. Büyük usta kitabında dün, bugün, belki de yarın bile devam edecek olan kan davası olgusunu işliyor ki işlerken sadece bu insanlık dışı törenin, cinayetlerin hasımlarını değil, buna alet olmak zorunda kalan ve çevresinde bundan etkilenen insanların hayat hikayelerini ele alıyor. 1974 yılında kaleme alınan kitap bugün bile güncelliğini koruyor olması gerçekten Türkiye adına, bu ülkenin halkları için yüz kızartıcı, utanılması gereken bir durum. Her seferinde Müslümanlıktan dem vuran bir toplumun bu kadar kolay kan akıtması nasıl açıklanabilir bilemiyorum.
Kitabın konusu ve işlenişi bakımından memnun kalsam da çok fazla tasvirin olmasından dolayı bazı bölümlerde sıkıldığımı söylemeliyim. Çok fazla tasvir yapılan kitaplarda hayal gücümü kullanmamaktan yakınan bir okuyucu olan ben, kendimi bir sinema filminde yönetmenin gözünden bakmaya zorlanıyormuşum gibi hissediyorum. Okuyucu olarak mekanların biraz daha bize bırakılması taraftarıyım. Belli bir şablon çizilip daha sonra okuyucunun hayal gücüne bırakılması kitaptan çok daha fazla haz alınmasını sağlayacaktır. Kendi açımdan kitabın bu tarafını eleştirsem de Yaşar Kemal, yaşanan mekanları öyle bir anlatıyor ki sanki ordaymışsınız, olayları birebir yaşıyormuşsunuz gibi hissettiriyor.

Kısacakonunet
Çukurova'nın Akçasazın bölgesinde Sarıoğulları ile Akyollu Türkmen aşiretlerinin ne zaman, nasıl başladığını kimsenin bilmediği, yıllar yılı sürüp giden kan davası yüzlerce insanın ölümüne, birçok yuvanın yıkılmasına neden olmuştur. Bu kan gütme davasını bitirmek isteyen ağalar bile töreye yenik düşmüş, canlarını teslim etmişlerdir. Akyollu Mürtaza Bey, Sarıoğulları'ndan Derviş Bey tarafından öldürttürülünce tenis maçı gibi bir oraya bir buraya geçen kan sırası Akyollu aşiretine geçmiştir. Bunu yapacak olan ise Mustafa Bey'dir. Mustafa Bey'de aynı Derviş Bey gibi iyi eğitim almış, İstanbul yüzü görmüş biridir. Ama bu töre için hiçbir anlam teşkil etmez. Töre demek, insan demektir. Baskı demektir. Boyun eğmek, öldürmek demektir. Mustafa Bey, Derviş Bey'i öldürmek için adamlarıyla çeşit çeşit ölüm taktikleri belirlerken, Derviş Bey konağında ölüm korkusuyla dışarı çıkamamaktadır.
Aşiretler arasında bunlar yaşanırken Akçasazın toprakları gün geçtikçe değerlenmektedir. Bu toprakların büyük bir kısmına sahip olan ise Sarıoğulları ile Akyollu'lardır. Topraklara göz koyan zamanın kansızları, eşkiyaları, fakir fukura soyguncuları bugününün beyleri; askerlere, valilere bu iki aşiretin ülkeye zarar verdiklerini söyleyerek aşiretleri devre dışı bırakamaya, topraklarına konmaya çalışmaktadırlar...


Yazarsoonote: Kitap akıcı, güncel bir konuya sahip, anlatımı mükemmel. Dediğim gibi bu kadar tasvir olmasaydı belki çok daha fazla haz alabilirdim.

Kitaplı günler...