Tiyatro - Tarla Kuşuydu Juliet



Size bahsedeceğim bu oyunu kesinlike izleyin diyerek sözlerime başlamak istiyorum. Oyunu hatırladıkça yüzümde tebessümler oluşuyor ki birde salonda bulunduğumuz durumu bir düşünün. "Tarla kuşuydu Juliet" dört kişilik bir oyuncu kadrosuyla sahneleniyor. Bu oyuncular arasında teve ekranlarından tanıdık simalarada rastlıyoruz. Konusu gerçekden ilginç. William Shakespeare'in unutulmaz eseri Romeo Juliet'i bilmeyen yoktur. İşte bu eserin sonunda Rome ve Juliet intihar ederek ölürler. Bu orjinal eser, bizim oyunumuzda ise herşey intihara kadar normal ama onun devamında ki ölüm yok. Yani kahramanlarımız bir şekilde ölümden yırtıyorlar ve evleniyorlar. Mutlu bir son ile biten aşk hikayesi gibi gözüksede yıllar geçtikçe kahramanlarımız birbirinden nefret etmeye, tiksinmeye başlıyorlar. Nedendir bilinmez evliliklerinin üzerinden 29 yıl 8 ay geçmesine bir kız çocukları olmasına -kız çocukda ne çirkindi- rağmen boşanmıyorlar. İşte bu oyun saatleri içersinde yavaş yavaş boşanma düşünceleri oluşmaya başlıyor. Dediğimiz gibi birbirinden nefret eden bu iki çift her kavga ettiğinde ise mezarında bir sağa bir sola vantilatör gibi dönen William Shakespeare yattığı yerden kalkıp bazen fırından bazen dolapdan çıkarak oyuna dahil oluyor. Bu ana dört karakter haricinde Juliet'in dadısı ve birde peder bulunmakta ki bunlarıda Ayşe Özlem Türkad ile Engin Alkan canlandırıyor. Unutmadan belirtmek isterim ki oyunumuz müzikal. Bu oyunun artı başka yönü şarkıları -her müzikaldeki gibi- oyuncuların seslendirmesi ama işin daha güzel tarafı müzik aletlerinide bu arkadaşların dillendirmesi. Bazı sahnelerde ise seyirciler oyuna dahil alabiliyor ki bu da seyirci için ayrı bir zevk. Not olarak düşmekde yarar var bazı izleyiciler için kullanılan argo kelimeler hoş olmayabilir. Yazımı bitirmeden William Shakespeare'i canlandıran arkadaşın diksiyonunu ve oyunculuğunu çok beğendimi söylemeden geçemeyeceğim.

Yazının başında dediğim gibi gidin görün, eğlenin ve bana dua edin. :)



Yazan : EPHRAİM KİSHON
Yöneten : ENGİN ALKAN
Çeviren : HALE KUNTAY
Oynayanlar : AYŞE ÖZLEM TÜRKAD , ÇAĞLAR ÇORUMLU , ENGİN ALKAN , MURAT BAVLI
Sahne Tasarımı : GAMZE KUŞ
Kostüm Tasarımı : DUYGU TÜRKEKUL
Işık Tasarımı : MURAT İŞÇİ
Müzik Yönetmeni :
Yönetmen Yardımcısı : DOĞAN ŞİRİN-MELİSA DEMİRHAN
Müzik (özgün) : POLDİ SCHATZMANN
Kareograf : SENEM OLUZ
Dramaturg : SİNEM ÖZLEK
Efekt Tasarım : YUSUF TUNCER
Müzik : MURAT BAVLİ
Orkestra :
Yardımcı Yönetmen : HASİBE EREN

Mevsim gribi boyun devrilsin

Dün boğazımda aniden çıkan ağrının nedenini fazla sigara içmeye bağlamıştım ki bugün öğlen saatlerinde ne kadar yanıldığımı anladım. Meğersem yılda bir yaşadığım girip sorunu yeniden başıma bela olmuş. Eeee bir haftadır bizim kattakiler hastayken benim aklım bir taraflara kaçtığı için ne olur diye düşünmemiştim, bugün içimde patladı işte. Oh olsun sana! Normalde bünyem sağlamdır. Bağışlık sistemimin bu kadar sağlam olmasına rağmen kalkanlar delindiği zaman bizim kale yerle bir oluyor. Her ne kadar doktoru ve ilacı sevmesemde bu sefer bir şekilde ileride ki oluşacak durumumu düşünerek öğlen saatlerinde şirketin doktoruna gözüktüm. Kapıdan girip "doktor bey mevsim gribine yakalandım" dediğimde elimi sıktı. Ben hoşgeldin demek için sıktığını düşünürken meğersem onun derdi başkaymış. Bugünlerde tevedeki haberlerin bir kısmını kaplayan domuz gribi vakası peşlerini bırakmıyormuş, her gelen "domuz giribimiyim? diye sorun duruyormuş. Adam artık bezmiş sizin anlayacağınız. Bende tabi doğru bir tabirle derdimi anlatınca gözleri doldu doktorcuğumun. Herneyse, verdi birkaç ilaç gönderdi. Şimdi salya sümük, bir taraftan hapşırma, diğer taraftan burun tarafında ki kızarıklıkların yanısıra göğüs ağrısıda cabası. Yine yerle birim ama bu sefer erken müdahele sonucu fazla sürünmeyeceğim. Aman dikkat diyorum kendinizi iyi kollayın, yoksa bu mevsim giribin hiç mi hiç şakası yok. "Delikanlıyım ben, birşey olmaz diyip" salarsanız kendinizi sevgiliden yeni ayrılmış yeni yetmelerin salya sümük ağlaması gibi gözleriniz dolar, burnunuz akar haberiniz ola.

Umut

Dün oynanan CL maçı aslında öncekilerden farksız değildi. Analiz edilecek birşeyde yok zaten. Denebilecek tek olumlu şey; yüksek kondisyonun yanında mücadele. Tek yapabildiğimizde bu zaten. Birçok yazı okudum, insanlar bu sonuçtan sonra umutlu gözüküyor. Felaket tellallığı yapmak istemem ama bu umutlar bir sonraki maç yerini karamsarlığa bırakacak. Çünkü oynadığımız oyunun adı futbol filan değil. Bunun başlıca nedeni geçen seneden beridir ısrarlar tekrarladığım "futbol cahili" Mustafa Denizli'dir. Kendisi yine sağa sola umut pompalıyor olsada durumum vahimiyetinin kendiside farkında sanırım. Veya değil. Herneyse, bu grupta bizim için gözüken en iyi sonuç CSKA'yı altımaza alabileceğimizdir ki bunun dışında da birşey beklemiyorum.
Umarım bu başarısız sonuçlar Mustafa Denizli ile Demirören'in gidişine neden olur. Ne demişler "her şerde bir hayır vardır".

Mustafa Denizli'den bir alıntıyla yazımızı bitirelim.

“Benimle ilgili kimin ne düşündüğü çok önemli değil. Benim için önemli olan, kulübümün bana verdiği görevi yerin getirmek. CSKA maçı benim kariyerimde artılar veya eksiler oluşturmayacaktır. Ben 20 yıldır Türk futboluna damga vuran bir isimim. CSKA maçı benim kariyerimle ilgili bir sonuç doğuramaz”

Sevdalım Hayat - Zülfü Livaneli


Son zamanlarda Vodafon'a verdiği Ey Özgürlük isimli şarkıdan dolayı yerden yere vurulan Zülfü Livaneli'nin kendi kalemiyle kendi biyografisini yazdığı bir kitap olan Sevdalım Hayat isimli eseri tanıtmaya çalışacağım. Bu tür bir kitapın ne kadar edebi tarafı olur bilmiyorum ama yıllarını sanata vermiş bir insanın yaşadıklarını merak edenler olabilir. Aslına bakarsanız çok fazla biyografi içerikli kitaplar okuyan biri olmasam da istisnalar her zaman olur.
Zülfü Livaneli çocukluk yaşamından, sanat hayatına, siyasi çizgisine, dostlarına, ailesinin geçmişine kadar birçok bilgiyi bu kitapda toplamış. Bölüm başlarınada kendi yazdığı ufak şiirler ekleyerek kitabı renklendirmeye çalışmış. Tabiki bu kitabı okurken aklınızda neler kalır bilemiyorum. Sonuçda bir biyografi. Benim kitapdan aklımda kalan daha çok siyasi kimliğinden, yaptığı müzikden dolayı yaşadıklarıydı. Özellikle 68 sonları ile 70'lerin başlarında dostlarının, kendisinin, ailesinin ve sosyalist görüşlü insanların yaşadıkları baskıları yansıtmaya çalışmış ama bunu yaparken bana farklı bir izlenim verdi. Bahsi geçen yıllarda birçok kişi fiziksel işkenceden geçerken Livaneli'nin aile geçmişinden dolayı bunlara maruz kalmamış olması, sanırım onu bu noktada diğer insanlardan biraz ayrı tutuyor. Fiziksel bir baskı yememiş olsa da siyasi kimliğinden dolayı birçok aydın gibi psikolojik bir baskıdan geçmiş olduğunu söylemeyi unutmayalım. Kendi adıma böyle bir insanın memleketim Artvin'den çıkmış olması beni gururlandırıyor.
Benim için önemli olan başka bir nokta ise Türk-Yunan dostluğu için yapmış olduğu çalışmalar, konserler. O zamanlarda böyle bir işe girişebilmek biraz yürek işi. Ülkemizde vatan, din kavramları her seferinde bir istismar, koz olarak kullandığı düşünürülürse eğer böyle bir işe girişmiş olmakla o zamanlarda ki cuntacıların basın üzerinden yaptıkları karalama kampanyalarını düşünebiliyormusunuz?
Sayın Livaneli ılımlı bir sosyalist modeli çiziyor. Çok sert siyasi çizgileri bulunmamakla beraber gerilla modeline karşı bir tavır takındığı, herşeyin saygı, sevgi çerçevesinde yürütülmesi gerektiğine inanan bir sanatçı. Gerçek bir sanatçı. Bu siyasi görüş modeli nedeniyle ortak noktalarımız fazlasıyla mevcut.


Fazla lafı uzatmadan dediğim gibi bir biyografi olan bu kitapda Livaneli ile ilgili birçok bilgiye kendi kaleminden ulaşabileceksiniz. Hayranı olanlar merak edenler için iyi bir kitap.

Kitaplı günler.

Amatör Ruh

Geçen sene futbol dışındaki diğer branşlarda yaşanan maddi sıkıntılara rağmen azim, kazanma hırsı, centilmenlik bu senede devam ediyor. Öyle yok bu fark olsa öyle olur böyle olur, bunu yaptık şunu yaptık diye de birşey yazmayacağım. Bana bu yürekli insanların ne olumsuzluk olursa olsun sonuna kadar mücadele eden amatör ruhununu alkışlamak düşer.

Yüreğinize sağlık...



Tiyatro - Gizli Oturum



Dört gözle beklediğim şehir tiyatroları sezonu açtı ve bende ilk oyunuma gittim. Bu kadar zaman tiyatrosuz kalmam ciddi anlamda bende bir boşluk yaratıyor. Diyebilirsiniz ki;"özel tiyatrolar var gitsene". Tabiki gitmek isterim ama biraz tuzlu geliyor bütçeme, ama bu tam anlamıyla bahane sayılmaz biliyorum. Herneyse, bu haftasonu gitmiş olduğum Gizli Oturum isimli oyun hakkında sizi bilgilendirmek istiyorum.
Oyun iki perdede oluşmakta ve dört oyuncu tarafından sahnelenmek de. Konusu gerçekden ilginç. Cehennemde üç insan bir odaya koyulur. Cehennem derken öyle bildiğiniz cehennem değil, farklı odalardan oluşan bir yapı. Öyle odun, ateş, kazık gibi bir olay yok. Gayet sade bir cehennem burası, anlayacağınız gibi cezalarda öyle "yan bakayım" gibisinden değil. İşlenen olgu "insan insanın cehennemidir" şeklinde. Şehir tiyatrolarının sitesinde daha farklı anlatılmış ama burada önemli olan seyircinin ne anladığı değil mi? Bende bunu anladım. Oyunda Garcin, Etselle, Ines ve bunları buraya getiren başka bir karakter bulunmak da. Şu ismini yazamadığım karakter sanırım bir zebani. Ama gayet grantualet giyinen bir zebani. Şimdi burada yazan grantualet yazan kelimenin nasıl yazıldığını bilmediğimden bir çekincede kalmadım desem yalan olur. Ya grantualet'dir. Ya da grant tuvalet. Artık cahilliğime bağışlayın.
Biraz da karakterlerden bahsedelim. Gazeteci olan Garcin kendini bir kahraman olarak görmesine rağmen tam aksine korkak mı korkak, eşine eziyet etmeyi, aldatmayı kendinde hak gören bu rağmen eşi tarafından hep sadık kalınmış karaktersiz mi karaktersiz bir tip.
Etselle genç yaşta fakirlikden kurtulmak için kendinden haddince büyük biriyle evlenmiş güzel mi güzel ama bunun yanısıra eşini aldatmayı kendinde hak görmüş hatta bu sadakatsizlikden olucak çocuğu elleriyle öldürüp, sevgilisinin intiharına sebep olmuş bir kadın.
Ines ise diğerlerinden biraz farklı bir karakter, sanki bir lezbien hissi uyandırıyor insanda. Erkeklerden nefret eden onların duygularıyla oynamayı seven, ölümüne neden olabilecek kadar duygusuz bir kadın.
Bu üç karakter oyunun başlarında ne kadar kendilerini farklı gösterme çabalarında olsalarda ilerki dakikalarda artık kendileyle yüzleşme başlıyorlar ve yaptıklarını ortaya döküyorlar. Oyuncuların performansları her zaman ki gibi çok iyi, ama oyun için pek eğlenceli olduğunu söyleyemem. Gerçekden çok ağır bir oyun, farklı düşüncelerle gidecek olan kişiler için biraz sıkıcı olabilir. Ama benim gibi ben oyunuda, oyuncuyuda severim diyorsanız tabiki gidin.


Yazan : JEAN PAUL SARTRE
Yöneten : ERGÜN IŞILDAR
Çeviren : OKTAY AKBAL
Oynayanlar : ECE OKAY IŞILDAR , ELİF ÖZGE ÖNGEL , EMRE NARCI , ERGÜN IŞILDAR , OSMAN GİDİŞOĞLU
Sahne Tasarımı : ERGUN IŞILDAR
Kostüm Tasarımı : GAMZE KUŞ
Işık Tasarımı : ÖZCAN ÇELİK
Müzik Yönetmeni :
Yönetmen Yardımcısı : REYHAN KARASU-HANİFE SER

İnsanlık Kasırgalardan Daha Güçlüdür



Geçen pazar gün Bostancı gösteri merkezi'nde Küba Dostluk Derneği, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Yön Radyo ve birçok kişinin emeğiyle Küba'da yaşanan doğal afet de ki zararların bir nebze giderilmesi, yanlarında olduğumuzu göstermek için bir yardım konseri düzenlendi. Bu etkinliğe bazıları yardım için bazıları ise müzik dinlemek için gelmiş olsalarda sonuç da bir şekilde yardım edilmiş oldu. Yakın zaman içinde yaşanan kasırga ve onun getirmiş olduğu sel ile yedi kişi hayatını kaybetti. Bunun yanısıra büyük bir maddi hasar. Böyle bir felaketi yakın zaman içinde yaşayan bizler durumun ne kadar acı verici olduğunu biliyoruz. Küba'da ki sosyalist kardeşlerimizin böyle zamanlarda yanlarında olmak kendi adıma benim için mutluluk verici bir olay diyip konserden birkaç ayrıntıları yazmak istiyorum.

Konser başlamadan önce sahneye Küba Dostluk Derneği adına -şimdi ismini hatılamıyorum- bir beyefendi ve Küba büyükelçisi çıkıp günün anlamı hakkıda konuşmalar yaptılar. Ayrıca Küba'da yaşanan felaketin görüntüleri 10 dk.bir sununla izleyicilere aktarıldı. Sanırım bu ayrıntılar sadece müzik için orada olan insanları biraz sıkmış olabilir. Olsun, daha sonra beklediklerine değdi sanırım. Sahneye ilk çıkan Şevaval Sam'dı. Sahnede kıpır kıpır, şivesiyle ayrı bir tad katan Şavval Sam, Tekirdağ'dan Bursa'ya İstanbul'a derken Karadeniz'e kadar birçok ilden bölgeden türküler seslendirdi. Gelevere deresi'ni seslendiriken yaşadığım boşluğu, üzüntüyü ise anlatamam. Müziğiyle, kendisiyle geç tanıştığım Kazım Koyuncu'dan dinlemeye alıştığım bu parçayı o olmadan dinlemek ne kadar üzücü bilemezsiniz. Toprağın bol olsun karadenizin asi çocuğu.

Bir sonra ki sanatçılar ise Şevval Sam'den daha iyiydi. Sahneyi bu sefer Erkan Oğur ile İsmail Hakkı Demircioğlu aldı ki o zaman türküler dahada anlam kazandı. Bağlamaları ile öyle bir müzik zevki yaşattılar ki öylece kalakaldım. Arada yaptıkları espiriler, laf sokmaların yanısıra Erkan Oğur'un “dillerini anlamıyoruz, ama yardımın dili olmaz” cümlesi gecenin en anlamlı sözlerinden biriydi.
Son olarak Gündoğarken sahne aldı. Ama yaptıkları müziğin bize hitap etmemesinden dolayı ikinci şarkıda salondan çıktık. Sonuç olarak burada emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. Elinize, kolunuza, yüreğinize sağlık...

Saygılar